23.12.10

Şiir


Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir.



İsmet Özel

21.12.10

Yağmur..




Şimdi ellerim ceplerimde, burnumu montumun yakasına sokuşturmuş, yürüyorum.. Yüzüme yağmur damlaları çarpıyorken, önümde çizgiler bırakan sicimin her tanesini seçebiliyorum tek tek.. Üşüdükçe üşüyor, içten içe titriyorum.. 



Önce uzaktan bir süzüveriyorum gördüğüm her sokak lambasını, sonra selam veriyorum huzurunda başımı kaldırıp.. Yüzümün aydınlanmasını izleyip bir süre, adımlarla okşamaya devam ediyorum kaldırım taşlarını.. Kıvrıla kıvrıla akıyor hiç bitmeyen yol ayaklarımın altında..


Yağmur yağıyor.. Bazı hayallerim, bazı umutlarım dökülüp gitmiş delik cebimden.. Farketmişim, sesini duymuşum bazen düşürdüklerimin, bazense ihtiyacım olana kadar farketmemişim olmadıklarını.. Diğerlerini ise avcumda tutmuşum, tutuyorum sımsıkı..


Yağmur yağıyor.. Gökyüzünü usta bir ressam edasıyla boyayan sicimden kalemleri görebiliyor olmaktan duyduğum haz yetiyor mutluluk için.. Ve mutlu ayak izlerimle ressama eşlik ediyorum acemice boyayarak kaldırımın griliğini.. Yürüyorum.. Rüzgar itiyor beni ardımdan, pes etmiyeyim, daha fazla renkli çizgiler olsun diye kaldırımlarda.. Noktalar bıraktıkça ben rengarenk, takdir ediyor, sırtımı sıvazlıyor usulca..


Yağmur yağıyor, durmuyor.. Yatağında uyuyan masum çocuklara rüyalar getiriyor belki de daha temiz vahalardan kim bilir.. Bense aklımda binbir türlü kurtarma harekatı, yeni yeni zamanlara, adım adım koşuyorum bıkmadan, kaybolmadan, boyayarak bazen, bazen de arındırarak gökyüzümü, ve hep sokağımda yürüyeni de katarak huzuruma..

19.12.10

Sevgili Dost!

Sevgili Dost!

Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz?

Sevgili Dost,
İnsan deyince aklıma, Kur'an'ın kalbi "Yasin" geliyor."Yasin" yani "Ey İnsan!"

Önceki gün her taşına üzüntünün ve acının sindiği bir evdeydik."Yasin" okudum. Oğlunu kaybeden anne, kocasını kaybeden gelin, babasını kaybeden çocuklar ve ağabeyini kaybeden dostum dinliyorlardı beni. Ben taziyeye gelmiştim;ama otuz dört yaşında arkasında dört çocuk bırakarak ahirete göç eden birinin yakınları için söylenebilecek her sözün, eksik ve yetersiz olduğunu bildiğimden, önce sustum,sonra "Yasin" okudum. "Yasin" yani "Ey İnsan"

"Şüphesiz ölüleri biz diriltiriz. Önden gönderdikleri işleri ve bıraktıkları eserleri yazarız. Zaten biz her şeyi apaçık bir kitap olan Levhi Mahfuz'da sayıp yazmışızdır."(Yasin,12) ayetini okurken Zeyd Bin Sabit'in, Enes Bin Malik'e söylediği şu sözü hatırladım: 

"Ey Enes bilmez misin adımlar yazılıyor!"

Montaigne,"Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim" diyerek, insanın istese de gecikemeyeceği en önemli randevusunu hatırlatıyor. Bunun üzerine ajandalarımızı karıştırıp, böyle bir randevumuz olup olmadığına bakıyoruz: Hayır, böyle bir randevu gözükmüyor. Eliot gibi, ölümün ne kadar çok kurbanı olduğunu çok az hatırlıyor ve çok çabuk unutuyoruz:

"Bir kış sabahının kirli sisi altında Londra Köprüsünden bir kalabalık seli aktıÖlümün bu kadar çok kurbanı olduğunu düşünmemiştim."

Hz.Ömer her sabah kapısına vurup:

"Ölüm var ey Ömer!" demesi için adam tutuyor.

Bize "Kelepir daire var!" diyen emlakçılar nasıl hatırlatacak ölümü. Türümüzün en önemli özelliklerinden olan "hafıza" devre dışı kalmaktan,sadece dostların telefonlarını ezberinde tutmaktan ne zaman kurtulacak?

Sevgili Dost,

Öldükten sonra hatırlayacak mısın beni? Neler hatırlatacak ve nasıl hatırlayacaksın? Bir yıl sonra aklına gelecek miyim? Ya beş yıl sonra?

Montana'nın Choteau Kasabası yerlilerinden 75 yaşındaki Billy Miller, on yıldır her sabah 11'de şehre iner, atını hep aynı yere bağlar, bütün gününü arkadaşlarıyla geçirdikten sonra, güneş batarken evine dönermiş. Günün birinde adamcağız ölmüş, atı da çiftlik arazisinde serbest bırakılmış. Miller'in ölümünün ertesi günü saat 11'e doğru atın şehrin yolunu tuttuğu görülmüş. Saat tam 11'de her zaman bağlandığı yere gelen at, bütün gün orada beklemiş ve gün batarken de çiftliğe geri dönmüş. At, bu günlük programını ölünceye kadar tekrarlamış.

Ah vefa!
İnsan türünün en önemli özelliklerinden biriydin sen. Acaba türümüzün başka hangi özelliklerini kaybettik, acaba hangi özelliklerini taşıyoruz; bir at daha göndersen.

Bu sabah kuş sesleriyle uyanıyorum.

Acaba "İnsan" denince hatırlanıyor muyuz?





A.Ali Ural  /  Posta Kutusundaki Mızıka

16.12.10

Umut gibi..

September in the rain..


Ağlayabiliyorsan hala, hala gözlerin doluyorsa eline bir şey batmış gibi ani bir hisle, mutlu ol bir yanınla da.. Çünkü ağlamak, içinde bir yerlerde hala yaşama dair  tortular olduğunun, yanabilecek kadar canının olduğunun göstergesidir.. Ve rengi her daim mavidir, umut gibi..


Öyle işte..

14.12.10

Bembeyaz içim..

Kardeş türküler - nevruz türkü






Dışarda kar, içimde türlü türlü türkü var.. Yorgunluk, soğuk, hayal kırıklıkları; hiç biri umrumda değil.. Kar yağıyor ya, örtüyor her kötülüğün, acının üstünü naif bir edayla.. Melekler indiriyor gökten kabuk tutan yaralarımın üzerine.. Ve mutluluk her yağan taneyle daha da yerleşiyor gözlerimin içine.. Hayat umutla dolu, acılar yalnızca arkamdan uzanmaya, canımı yakmaya çalışmaya mahkum.. Ve ben yürürüm gömleğim yırtılsa da, örtülür üstüm nasılsa..



12.12.10

Yılbaşı(!)



Çaresizlik, gün gibi ortada duran gerçekliği görmekten uzak tutar hepimizi. Anlamaktan ötürü mutsuzluğumuzu arttıracak şeylere çocukça bir kayıtsızlık hali ne kadar gülünç dursa da üzerimizde, bundan vazgeçebilmek çok da kolay değil.

Bazı şeylerin hep dünden daha farklı, daha anlaşılır, daha insani, daha masum, daha insaflı, daha kolay olabileceğine dair bitimsiz arzular taşıyoruz yüzümüzün bir yanında.

İnsan bakışlarını kaçırmaktan bu kadar yorulur mu dersin?

Ben yoruluyorum. Bir morgda üstüste atılmış siyah çocukların cesedini gördüğüm anda, oğulları ve kızları çalınmış kara kıtanın, bin yıldır birikmiş bütün acıları kollarımdan çekiştiriyor. Koca bir kıtadan, kutsal isimlerle günahları gizlenmiş gemilerle kaçırılırken, sıtmadan, dayaktan, nefessizlikten ölen evlatlarının tiz ve kopkoyu çığlıkları, göğüs kafesimi kıracak kadar sıkı sıkıya bedenime dolanıyor.

Bu çocuklar uyuyor diyorum kendi kendime. Ajanslara düşen fotoğraflardaki siyah derili çocuklar. Hani şu üstüste bir morgda yığılmış Afrikalı çocuklar. Birazdan kalkacaklar. Birazdan anneleri gelecek ve sütü tükenmiş sarkık memelerini, yalancı emzik niyetine kalın dudaklarına tutturacaklar.

Ayağı aşağıya sarkmış çocuğun kırmızı ayakkabısını usulca çıkartacak babası. Kırmızı ayakkabısını gece eve geç dönen mahcup babaların şefkatiyle çocuğun ayaklarından çıkaracak ve uyandığında tekrar giyip, dışarıya fırlasın diye bir kenara koyacak.

Benimle gel bu çocukların yanaklarını okşayalım tek tek. Başlarında bekleyelim. Sabırla bekleyim ve gerekirse yüzlerce yıl hiç yerimizden kalkmayalım. Sanayi devriminin etkileri bitsin, birkaç dünya savaşı daha yumruklasın işlemeli ahşap kapımızı, biz yine bekleyelim. Bu çocuklar nasılsa uyanırlar. Bu çocuklar uyanıp gazetelerin soğuk sayfalarından fırlayıp kendi evlerine dönerler.

Ben etrafa bakmaktan değil, bakışlarımı kaçırmaktan yoruluyorum en çok.

Yeni bir yılın gelmesiyle, hastalıklı cümleler biriktiriyor histeri toplumları.

Oysa hiçbir şey değişmeyecek baylar! Hiçbir şey değişmeyecek diyorum işte?

Bu perdeyi kapatsak diyorum fazla vakit kaybetmeden.

Bu perdeyi gelip Yakup kapatsın hatta. Edip Bey tutsun kolundan Yakup'un, atlayıp gelsinler bizim şehrin kaba saba kalabalığına.

Bütün lambaları yaksınlar ve görelim, göreceğimiz ne varsa. Öyle bir kenarda durmayın, bütün iyi niyetimizle, bütün inanmışlığımızla, bütün yoksunluğumuzla sizi çağırıyoruz işte Yakup Bey.

Tanrının ayak izleri!
Tanrının ayak izleri diye kendimi paralayıp duruyorum kendimi Cihangir?den aşağıya doğru salınırken.

Yeni yıl dediğiniz, uzun ve ipince bir topukla yürüme çabasından başka bir şey değil diyorum.

Filistinli hacılar evlerine mi döndüler, bu mutluluk gösterileri neden? Gazete sayfasında uyuyakalan siyah çocuklardan biri mi uyandı yoksa?

Değilse, tüm bunlar, havai fişekler, süslü kıyafetler, bunca renkli, albenili kutlamalar neden?

Sanayi devrimi bitmediyse, kara kıtanın çocukları evlerine dönmediyse, Gazze'de sürtüp duran serseri duvar, defolup kendi cehennemine dönmediyse, bu yılın yeni olduğu yaygarasını koparan kim?



Tarık Tufan / Bir Adam Girdi Şehre Koşarak

Ekşi Sözlük'ten..

yorgunluk kahvesi


başlık içinde ara 
paylaş
  1. yorulduktan sonra icilen kahve cesidi. yorulmadan icilirse 40 yil hatiri falan olmaz, olsa olsa ayip olur. kocalar tarafindan hanimlardan istenen bir materyaldir. ve dahi fenomendir.
    (agony, 12.11.2001 02:01)
  2. yogun gecirilen bir gunun ardindan bir arkadasin veya tanidigin evine gidildiginde mutlaka yapilan ve icilen bir seydir. "haydi sana bir yorgunluk kahvesi yapayim" cumlesi ile baslayan yorgunluk atma calismalari, "kapat da falina bakayim" ile devam eder, gonuller bir olur.
    (eleqtra, 26.11.2002 15:55)
  3. sigara içenler için yanında bi de yorgunluk sigarası tüttürmek olmazsa olmazıdır yorgunluk kahvesinin.
    (morgan le fay, 23.06.2003 15:15)
  4. makinalaşmış hayatın içinden bir an sıyrılıp borkum riff'in kirazlı dumanı ve türk kahvesinin köpükleri arasında tatil yapmak gibidir yorgunluk kahvesi.